test

23 Ocak, 2018

OBA NİZAMINA DÖNÜŞ BİLDİRİSİ

OBA NİZAMINA DÖNÜŞ BİLDİRİSİ

Türk devlet yapısının ilginç bir geleneği var. Dünya genelinde böyle bir devlet geleneğine sahip ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Yeryüzündeki her köklü devlet anlayışı bir şekilde mitolojik argümanlara bağlıdır. Türk devletçilik anlayışı da bunlardan biridir ve ilginçtir ki çoğu türki devlet yapısı Tek Tanrılı Devlet nizamından beslenir. Bunun dışında kamcılık (şaman) merkezli doğa-tanrı yaklaşımında olanları da var (paganizm değil).
 
 

Bu devletlerin her biri şu anki Cumhurbaşkanlığı Forsunda da belirtilmiş olan bir yıldızla temsil edilir. Hunlar, Avarlar, Uygular, Göktürkler, Hazarlar ve İslam dinini benimsemiş devletler ile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti... (Aslında Moğollar da bu devletler arasında yer alması gerekir ama Sünni İslam ile girmiş oldukları çatışmalar yüzünden kendilerine forsta yer verilmemiştir. Bunun yerine Timur Devletini Moğollar'ın devamı olarak düşünebiliriz.)

Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar seküler bir düzene sahip olsa da hiç bir zaman ülkücü/idealist yapısını terk etmemiştir ve Mustafa Kemal Atatürk'ten bize kalan temel ilkelerden biri de Devrimcilik ilkesidir. Bu düstürla çağın ihtiyaçlarına uygun ve yurttaşların taleplerine karşılık gelecek bir devlet nizamı istemek her vatandaşın asli hakkıdır diye düşünüyorum.

Antikapitalist ve antiemperyalist devlet düzeni yukardaki devlet düzenlerinin ortak gayesidir. Günümüz; bilgiye, teknolojiye ve açık kaynak oluşumlara oldukça imkan vermektedir. Devlet erkanına düşen görev, bu değişime ayak uydurmak ve ihtiyaç ölçüsünde bir devlet nizamı getirmektir.

Bu konudaki teolojik argümanlar da Kutsal Kitap'ta mevcuttur:
 
Nisa Suresi 97. ayet:
Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: "Nerde idiniz?" Onlar: "Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik." derler. (Melekler de:) "Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?" derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?
 Bakara Suresi 104. ayet:
Ey iman edenler, "Raina-Bizi güt, bize bak" demeyin. "Unzurna-Bizi gözet" deyin ve dinleyin. Kafirler için acı bir azab vardır.
Kafirun Suresi 6. ayet:
Sizin dininiz/yasanız size, benim dinim/yasam bana.

01 Mart, 2017

İdealar

Platon'un ideaları ile Adem'e öğretilen isimler aslında çok da farklı değiller.

22 Aralık, 2016

Tarihsel Surecte Turk-Rus iliskileri Hakkında kisa bir degerlendirme

Türkçü ve Osmanlıcı gazel okuyanlar ne güzel şarkı çığırıyorlar. Bunlara kulak verirsen sanırsın ki, tarih kahramanlık ve takdire şayan başarıyla doludur.

Vikinglerden evrilerek tarih sahnesine çıkan ruslar, devletçi anlayışlarını yıktıkları Hazarlar'dan aldılar ve bundan sonra bir bir devletleri yıkarak Avrasya toprakları üzerinde imparatorluklarını kurdular.

Cumhurbaşkanlığı forsumuzdaki yıldızlardan bir çoğunu işte bu ruslar yıktı ama hatırlatmakta fayda var, Osmanlı bile Ruslar tarafından doğu ve batı cephelerinden tarumar edilmiş ve bir ülkenin namusu sayılabilecek devlet yönetim sarayına günlük yürüme mesafesine kadar yaklaşmışlarken geri döndüler.

Merak ediyorum, bugünkü Rusya 93 Harbindeki Rusya mı (Osmanlının süt dökmüş kediye dönmesini sağlayan yani Yeşilköy'e kadar gelip Osmanlıyı fiili olarak bitirme ihtimali varken bunu yapmayıp prestijini bitiren Rusya) yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına ön ayak olan Sovyet Rusya mı?

Sovyet Rusya (Stalin'den sonraki Rusya değil; Lenin, Troçki ve Mirsultan Galiyev Rusyası) batı emperyalizmine karşı Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını desteklerken, Ermenistan üzerinden de Türkiye'yi ilk tanıyan ülke olmasını sağlamıştır.

Bugün siz ahmakça naralar atarken ve uçak düşürüp, elçi öldürerek kendi idam fetvanızı veriyorsunuz farkında olmayarak.

/

Türkiye Cumhuriyetinin "Cumhurbaşkanlığı" makamı yerine büyük bir heyecanla "Başkanlık" peşinde koşanlar, belki biliyor ya da bilmiyorlar; modern terminolojideki Başkanlık teriminin kapsadığı anlamlar içerisinde türki gelenekteki Hakanlık, islami terminolojideki Halifelik ve Avrupa geleneğindeki Kayzerlik unvanlarını da barındırmaktadır.

İlginçtir, Rus Devlet geleneğindeki Çarlık unvanı da bizim Kayzer olarak kullanmış olduğumuz unvan gibi Roma'nın Sezarlık unvanına dayanmaktadır. Aynı şekilde Avrupa ve Asya bozkırlarındaki bir çok türk beyliğini de yıkarak Hanlar Han'ı ve Hakanlar Hakan'ı unvanları da Rus Çarının unvanları arasında gösterilebilinir. Ruslar, bağlı oldukları Rum Ortodoks kilisesinden de ayrılarak kendi kiliselerini kurması, dolayısıyla etkin olduğu tarih, din ve siyaset alanlarında güçlülüğünü göstererek fiili bir imparatorluk hüviyetinde olduğunu göstermektedir.

Zamanında Osmanlı'yı perişan eden ruslar, bugün Türkiye'yi bitirebilecek yegane ülke konumundadır. Tribün taraftarlığı gibi boş boş konuşmak yerine gerçekleri görüp realist adım atmak gerekir. Rus ayısını kızdırmak iyi değildir, hele geçen kış kızdırdık ve korktuğumuz başımıza gelmedi; bu kış da kızdırdık... Bahara Allah kerim!

08 Eylül, 2016

DO UT DES (Ver ki vereyim)

DO UT DES

(Latince dini deyiş, "ver ki vereyim")



Kadim Romanın dini inancında yer alan bir deyiştir, insan ile tanrı arasındaki değiş tokuşun dinsel ifadesi olarak yer bulur, yani insanın bir bakıma tanrıya kurban sunarken, ondan kendi amacına hizmet etmesini beklemesinin ifadesidir.
Dikkat ederseniz, Sünni İslamın güya faizci olmayan "katılımcı" bankasının logosu da, tam da bu pagan Roma dini vecizesinin stilize edilmiş halidir.

Elbette tasarımcının işi müşteriye uygun bir logo hazırlamak, bu tasarım da bu minvalle yapıldı zaten, peki kurum nasıl oluyor da böylesi bir logoyu kabul edip kullanmaya uygun görebiliyor ki?

(Logoda bir el aşağıdan yukarıya verirken, bir diğer el de yukardan aşağıya vermektedir.)

Tanrıdan al, tanrıya ver... Neyi? -Parayı... Güzel bir alışveriş mi şimdi bu?

21 Kasım, 2015

Mustafa Kemal Atatürk Mason Muydu?

Her ŞEY sorgulanabilir... Akıl ve kalp, insanı insan yapan en önemli iki unsurdur, elbette aklın ikna olduğu yerde kalbi de tatmin etmek gerekir, bu sorunu sadece SORGU giderebilir.

Duyum ve deneyime (tecrübe) dayalı ve gözlem ile deneye tabi olamayan Tarihi liderler, tarihsel olaylar, kutsal kişiler ve dinler de dahil her şey akıl ile sorgulanarak kalbi ikna etmek mümkündür.

Şahsen her olguya yaklaşma prensibim böyledir.

Ama gel gör ki, çevremizdeki insanlar böyle bir etiğe sahip değiller, örneğin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk aleyhine bir çok asılsız, mesnetsiz ve alakasız iddialar ortaya atılmaktadır.

Karar verin, Atatürk tanrıtanımaz bir dinsiz mi yoksa mason mu?... Bu iki iddiayı da ortaya atan aynı cenah ama bu soruları yönetenler iki soruyu kullanma hakkına sahip değiller, çünkü masonluk öğretisinde esas olan bir şey TANRI anlayışıdır ve mason olacak kişi ister yahudi, ister hrıstiyan, isterse de müslüman olsun ya da başka tek tanrılı ekzantrik bir dinden olsun, bu kişi ancak tanrı inancına sahipse mason olmaya adaydır.

Böyle olunca, kahramanımız tabi ki dinsiz yerine masondu iddiasını kullanmayı yeğleyecektir.

Öyleyse masonluğu kararlı bir şekilde neden Atatürk kaldırdı diye iz soralım... Kahramanımızın cevabı muhtemelen şöyle olur: "Osmanlı'yı yıkıp, Türkiye'yi kurduğu ve dini siyasetten uzaklaştırdığı için masonluğa gerek duyulmadı artık..." gibi bir cevap getirebiliyorlar. Ama dünya genelinde masonik devlet yapısı olan ve ABD gibi mason olduğunu haykıran devletler nedense böyle bir yapılanmadan muhaftır.

Daha da vahim olanı şudur ki, Mustafa Kemal Atatürk hakkında bazı mason odakları, kendisinin mason üstadı olduğunu iddia etmektedirler.

Bu konuda hatırlamamız gereken en önemli unsur, Osmanlı Devleti'nin son döneminde bazı padişah ve bir çok Paşa'nın mason olduğunu bugün bilmekteyiz. Aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk'ün de Osmanlı mekteplerinde eğitim aldığını ve Askeri okulları başarıyla bitirdiğini unutmamalıyız, ayrıca gerek askerlik döneminde olsun, gerek ise de subay olarak görevli olduğu bir çok yerde başarıyla görevlerinin üstesinden geldiğini unutmamalıyız. Osmanlı Devletinde başarılı bulunduğu için hep kritik bölgelerdeki görevlere gönderildi ve askerlik rütbelerini kısa sürede yükselebilmesi de Osmanlı gözüyle bakıldığı zaman daha yerinde anlaşılır olacaktır.

Her oyun kendi kurallarıyla oynanır, dolayısıyla burda Mustafa Kemal Atatürk'ün masonluğundan ziyade, Osmanlı'nın masonluğunun tartışılması daha doğru olacaktır!...

26 Ekim, 2015

Uydurulmuş Dinden İndirilmiş Dine ve Hilafet

Uydurulmuş dinden indirilmiş dine diye sloganlar atan bizim Kur'an müslümanı arkadaşların bir çoğunun mevcut Türkiye şartları altında siyasi bir yaklaşımları da var, örneğin bu kişiler başkanlık sistemini de savunmaktalar, siyasi tercihtir, böyle bir yaklaşımda bulunabilirler. Ama bu siyasi tercihlerinin nerelere gideceğini pek bilmemektedirler, mesela Uydurulmuş din diye tanımladıkları anlayışın en temel gücü olan Halifelik makamı...

Zaten TBMM'in halifeliği kaldırmadığı, sadece son halifenin yetkisini aldığı ve halife atama yetkisinin bulunduğunu kaç kişi bilmekte?

Neyse, diyelim meclisimiz yeterli çoğunluğu sağladı ve başkanlık sistemine geçti, bundan sonra halife atama yetkisi için de herhangi bir engel kalmayacaktır. Peki dünya müslümanları Türkiye'den yükselecek Hilafet sancağına tabi olabilecekler midir?

Doğrusu, İslam dünyasında Dört Halife Devri'nden sonra Hilafet Hicaz Bölgesinden çıkmış, ve "imparatorluk" olarak tanımlanabilecek bir niteliğe bürünmesi önce Şam merkezli (Emeviler) sonra da Bağdat merkezli (Abbasiler) döneminde olmuştur. Kadim Mısır toprakları da bir şekilde Kahire merkezli (Fatimiler) resmi halifelik makamında bulunabilmişlerdir.

Halifeliğin Osmanlı'ya geçmesi, çok kolay olmamıştı, öncelikle Hilafetliğe başkentlik yapmış merkezler tek tek fethedilmesi gerekiyordu ve arap milletlerinden elinden halifelik bu şekilde alınmış oldu.

Bugün, Suud rejiminin halifelik konusunda bir iddiaları yoktur, çünkü sahip oldukları mezheple (Vahhabilik) bu konuda geliştirebilecekleri bir siyaset bulunmamaktadır. Zaten Dört Halife Dönemine dönüş olarak bir siyasi hareket yapmaya çalışsalar, en fazla İslam dünyasının %20'sini ikna edebilirler. Bu oran da Arap Yarımadası dışında Devlet nezdinde bir destek bulmaz.

Şam'ın halifelik yapacak gücü olmamasına rağmen, İslam dünyası için sembolik önemi vardır, En büyük önemi de rivayet kültürüyle beslenen Hilafet gibi siyasi hareketler için önem taşımasıdır. Aynı şekilde Sünni Mehdi ve Mesih inançları için de öncelikle öneme sahip şehir konumundadır.

Bu bağlamda Bağdat'ın Şam'dan eksik kalan yanı yok ama orda da Yaşam mücadelesi veren bir Bağdat yönetimi var ve kendi ülke birliğini kuramadan Hilafet için hazır olması ihtimal dahilinde değil. Bu bağlamda Şam kalesi düştükten sonra Bağdat'ın da düşmesi kolay olacaktır Hilafet özlemindekiler için.

Geriye sadece Kahire kalmaktadır. Hatırlayın, Mısır, Osmanlı'dan ayrıldıktan sonra ilk defa halkın benimsediği ve sünni kişiliği ile anılan bir lider seçmişti.

Bizim liderimiz ve Mısır'lıların seçtiği Mursi, İslam dünyasında "Hilafet"liğe oynayabilecek iki liderdi sadece. Mursi'nin gücü ilerisi için bizim reise göre daha bir olağandı, çünkü Mursi, Arap kökenliydi ve kendi ülkesi dışında Hicaz, Şam ve Bağdat'tan çok rahatlıkla destek görebilirdi. Üstelik halife özlemindeki araplar için Hilafetin Osmanlıdan geri alınıp tekrar arap dünyasına dönebilmesi için kendisinde büyük potansiyel görülebilirdi.

Hatırlayın, dönemin Türkiye başbakanı Mursi'li Mısır'ı ilk ziyaret ettiğinde yaptığı laiklik vurgusunun alt metninde bu paradigma gizlidir. Zaten, Erdoğan'ın bu ifadesine ile tepki de Mursi'yi destekleyen Müslüman Kardeşler grubundan gelmiştir. Ziyaret sonra artan sünni hareket Sisi önderliğinde bir darbeyi getirmiş ve arap dünyasının bu hilafet özlemi geçiştirilmiştir.

Bir de şunu hatırlamak gerekir ki; İslam dünyası araplardan oluşmamaktadır. İslam dünyasını nüfus olarak en kalabalık kısmını oluşturan Balkanlar, Asya ve yakın-uzak doğu coğrafyaları hem mezhep olarak hem etnik olarak hem de tarihi kültürel olarak türklere daha yakındır...

Lafı uzatmadan, değinmek istediğim konuya gelerek şunu demek istiyorum;

"Her devrim kendi çocuklarını yer"

Hemen hemen tüm devrimlerde bu böyle olmuştur. Yarın olacak bir Hilafet devriminde de Türkiye'de darağacında dans edecek kişiler "Uydurulan dinden indirilen dine" teraneleri atanlar olacaktır. Çünkü hilafetin beslendiği argümanları yani rivayetleri siz yok sayamazsınız, ve o güç bunu size sağlatmayacaktır.

Vesselam

13 Ekim, 2015

Kürtler ve Devlet

Kürtler, tarihinde hiç devlet kuramamışlardır (En azından, Bugünkü milletlerin aşağı yukarı kimlikleri ortaya çıktığı Orta Çağ denilen dönemden beri, yani Antik çağ döneminden sonra).

Devlet tecrübesi olmayan hiç bir millet uluslararsı alanda ülke kurması kabul edilemez, kürtler de bu yüzden hep devlet kurmaktan mahrum kalmıştır. Milletler için devlet kurmaya en müsait dönem Orta Çağ idi ama kürtler bu dönemde devlet kurmayı ıskalamışlardır, belki "milli" sebeplerle ötürü beraber yaşadıkları halklarla uyumlu ve güven verici sebeplerden ötürü buna ihtiyaç duymamışladır ama son fırsat olan Fransız İhtilali ile ortaya çıkan durumu da ıskalamışlardır. Artık kendileri için Yeni Çağ içerisinde devlet kurma çok ama çok fazla zorlaşmıştır. Çünkü Uluslararsı Hukuk, tarihte olmadığı kadar etkili ve geniş geçerliliği olan kurallar getirmekteydi.

Sadapat Paktı bile sadece kürtlere karşı oluşturulmuş bir antlaşmadır. Bu antlaşmaya göre Türkiye, İran, Irak, Afganistan gibi ülkeler Kürtlerin devletleşme ve batılı emperyalistler lehine hareket etme alanını engelleniyordu.
Pakta üye olan devletler adına çok başarılı sonuçlar alınmıştı bu anlaşmayla ama İran'daki İslam Devrimi, şah döneminde yapılan tüm antlaşmaları gözden geçirmesi ve bu antlaşmayı feshetmesinin etkileri günümüze kadar ortaya çıkmıştır. PKK gibi bölgesel örgütler bu antlaşma feshedildikten sonra ortaya çıkmıştır, devletlerin kürtlere saldırması da yine bu dönemde ortaya çıkmıştır, Halepçe bunlardan biridir.

Bu olaylar, kürtleri devlet kurmaya yöneltmiştir ama içlerinde yaşadıkları ülkelerin devletleri kurulacak bir kürt devletini kabul etmiyordu, zaten uluslarası hukuka göre böyle bir hakları da yoktu çünkü tarihte bir kürt devleti olmadığı için hiçbir hak iddia edemiyorları. yani abiyane tabirler hiçbir uluslarası belgede kürt devleti adına ne bir imza ne de bir mühür ne de herhangi bir para yoktu, bunlar devlet için somut unsurlardır.

Kürtlere merhem olan sadece ABD olmuştur, bugün Irak Kürdistanı diye bildiğimiz Özerk Bir kürt devletinden söz edebilmekteyiz. Bu devlet özerk gözükmesine rağmen merkezi Irak yönetimine danışmadan uluslararası imzalar atabilmekte, kontrolü altındaki şehirlerde güvenlik kontrolü yapabilmekte, kendisne bağlı bir ordusu bulunmakta ve en önemlisi Kürdistan adına ülkeye giriş çıkışlarda pasaportlara mühür basabilmektedir.

GOP'un bir uzantısı olarak da olsa artık bir Kürt Devletinden bahsedebilmekteyiz. Nasıl ki Türkiye, balkanlarda, kafkaslarda ya da ortadoğuda milli bağı olan topluluklar adına söz hakkı bulabiliyorsa, artık kürt devletinin de böyle bir hakkı olduğunu unutmamalıyız.

Olaylara geniş bakmak lazım, Türkiye'nin PKK ile mücadelesi kabul edilebilirdi ama HDP ile mücadele etmesi kabul edilemez. Türkiye, PKK'dan kopmak isteyen HDP'ye yardımcı olursa kürtleri Selçuklular ve Osmanlı gibi tekrar kazanabilir ama HDP ile PKK'yı bir tutarsa artık kürtler için ortada bir devlet örneği bulunduğu için tarihi bir hataya sebep olur. Ki Türkiye'nin bu tavrı HDP'yi mecburen PKK'ya itecektir. En azından Türkiye'ye göre PKK bir terör örgütü tanımlansa bile, HDP terör örgütü olarak tanımlanamaz. Çünkü yasalarca meşru bir siyasi partidir, PKK ile tek ortak paydası, PKK'nin etkin olduğu kitlenin, HDP'nin hitap ettiği kitlenin bir bölümüdür. Türkiye devletinin yardımı da bu doğrultuda olması beklenirdi.

Sahi HDP=PKK diye konuşulan bir ortamda neden Abdullah Öcalan'ın adı geçmiyor? Acaba Abdullah Öcalan'ın HDP üzerindeki etkisi PKK kadar olmamsı yüzünden olmasın. Şu anda onu hapishanede tutan güç elbette onu istediği gibi konuşturup kullanma hakkına sahiptir. Selahattin Demirtaş ise kürtler arasında sevilen zaza kökenli biridir, partinin çoğu kurucuları da türk kökenlidir. Bence HDP, kürtleri ortadoğudaki değişen dengeler üzerinde ortaya çıkan yeni haklar ile Türkiye'de tutmak isterken, PKK ise etkisinin kırılmamasına göz yummak istememektedir. HDP ile PKK'yı şöyle kaikatürize edebiliriz: "Bir elleri tokalaşırken, birinin diğer elinde silah, diğerinin diğer elinde kalem" bulunmakta. Türkiye burda silahı görüyorsa PKK'yı tercih etmektedir demektir.