test

31 Mayıs, 2014

Ne Kilise, Ne Cami; Ayasofya Müzesi

AYASOFYA "Müze" olarak kalmalı, çünkü;

Ayasofya'nın cami olmasını isteyenlerin, bu "Yapı" hakkındaki bildikleri genelde 2 ya da 3 şeyden fazla değildir. Bunların başlıcası ise, mabedin İstanbul'un fetih sembolu oluşu, Fatih Sultan Mehmet'in cami dışında kullanılması durumuna karşı beddua ettiği falan ile sınırlı kalmaktadır.



Öncelikle bu mabet, hrıstiyanlık ile büyüyen Doğu Roma İmparatorluğunun sembol mabedidir ve inşa edildiği dönemde yeryüzündeki en gösterişli ve en postmodern bir yapı durumundaydı. Gerek mimari açıdan olsun ve gerekse de mühendislik açısından olsun, döneminin olanaklarının ötesinde bir yapı konumundaydı. Tüm bunlarla beraber, Bizans olarak bildiğimiz Ortodoks mezhebindeki Doğu Roma İmparatorluğundaki tüm kilise, manastır ve katedraller Patriğe bağlı iken, bu mabetin kontrolü tamamen İmparatora aitti. Yani mabette yapılan ainlerde, yeryüzündeki en güçlü kişi her daim imparatorun kendisi olduğuna dair vurgu esastı. Bu yapının adı da grekçede Kutsal (aya) Bilgi (Sofia) anlamına gelmekteydi.

Her ne kadar, Bizans diye bildiğimiz Doğu Roma İmparatorluğunu Antik Roma Uygarlığından ve Helenistik Dönemden ayrı görmek istesek de bu pratikte doğru değildir, çünkü bu yapının karakteristik özelliği bunun tam tersini söylemektedir. Bu konudaki başlıca delilimiz, bilgiyi kutsallaştıran Helenistik karakter özelliği (Bkz: Philiosophia) ve yine Helenistik gelenek olan Appollon (Hem Grek hem de Roma Mitolojisinde ortak adı geçen tek tanrı konumundadır) tanrısının niteliği bakımından benzer unsurları bu mabette görmekteyiz. Zaten yapının bir çok sütünü pagan dönemdeki mabetlerden olduğu gibi alınıp inşasında kullanılmış olması da başka somut bir göstergedir.

Yapının fetih sembolü olduğu doğrudur, dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet de bunun gayet bilincindeydi. Kendisi yapının orijinalini bozmadan benzer mahiyetler altında Osmanlı İmparatorluğu için kullanımına sunmuştur. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti ile bir bağlayıcılığı yoktur.

Fatih Sultan Mehmet, yapının ebediyen cami olarak kalacağını biliyor olsaydı ya da öyle kalmasını istemiş olsaydı, neden duvarlarda bulunan ikonaları ve bir takım betimlemeleri zarar vermeden muhafaza edip örtmüştür diye bir soru akla gelmekte ve buna cevap verilememektedir. Hatta Fatih Sultan Mehmet bizzat orijinalinin yok edilmemesini ve zarar görmemesini istemiştir. Fatih Sultan Mehmet'in söylediği idda edilen o meşhur sözün en fazla Osmanlı Devletinin sonraki nesillerine nasihat edilmiş olabileceğini düşünmekteyim.

Ayasofya Mabedi, kilise olarak tüm hrıstiyan alemini büyülediği gibi yükseltmekte olan İslam uygarlığını da özendirmekteydi. Bu konuda en etkili karşı mimari yapı Osmanlı tarafından Edirne'de inşa edilen Selimiye Camisi oldukça manidardır, çünkü bu sayede İstanbul'daki Ayasofya'dan daha güzel ve çok daha modern bir yapı yine ilk defa Avrupa toprakları üzerinde yükselmişti. Müslüman Türkler, Hrıstiyan Avrupa'ya teknik ve mimari bakımından mabetlerin en modernini Ayasofya'nın önüne koyarak Avrupa'ya ve dolayısıyla Dünya'ya sunumunu yapmıştır. Dünya böylece, daha güzel bir yapının inşa edilmiş olduğunu görmesine rağmen, Ayasofya'nın prestiji hala yüksekti. Bunu sağlayan en önemli unsur ise, sanırım sembolik olarak ihtiva ettiği anlamların sayıca fazla yoğun oluşu dolayısıyladır.



Ayrıca, bilindiği kadarıyla hrıstiyan alemindeki en güzel İsa betimlemesi bu mabedin kubbesinde bulunmaktaydı ve Fatih Sultan Mehmet ile Osmanlı'nın ileri gelenleri bu güzel gördükleri işlemeyi örtmeye içleri el vermemişti. Buldukları çözüm ise oldukça ilginçti, lakin göz hizasındaki tüm figürler ve betimlemeler örtülmesine rağmen, cami olarak kullanıldığı bir kaç yüzyıl boyunca kubbedeki İsa betimlemesi yerli yerinde duruyordu. Çünkü, İslam ulemasına göre namaz esnasında canlı figür ve şirk unsuru oluşturacak betimlemeler namaz kılmak için engel görülüyordu ama kubbedeki İsa motifi göz hizasında bulunmadığı için engel teşkil etmeyeceği diye fetva verilmişti. 18. yüzyılda bir deprem esnasında Ayasofya'nın İsa motifli kubbesi olduğu gibi yere düşünce, Osmanlı toplumu bu olayın neden vuku bulduğunu çok iyi anlamışlardı ve sonrasında kubbe tekrar inşa edilerek olduğu gibi ayetlerle süslenmiştir, bu bi bakıma yaradandan af dileme mahiyeti taşımaktadır. Bugün Ayasofya Müzesine sadece kubbede arapça yazılı İslam motiflerinin bulunması bundandır.

Bu ve bu gibi niteliklerinden ötürü Ayasofya Mabedinin ne kilise ne de cami olarak kullanılmasını doğru bulmuyorum, en güzeli ve en yakışanı müze olarak kalmasıdır.

Nasıl ki Dünyaya hükmektmek için tüm birikimiyle Hrıstiyanlar bu mabedi oluşturduysa, aynı mahiyette yani İmparatorluk nişanesi olarak Müslümanlar da bu mabedin karakterini sürdürmüştür. Yarın, gerek hrıstiyanlardan veya gerekse de halifelik iddiası ile ortaya çıkan İslam kimlikli bir devlet yapılanmasının imparatorluk nişanesi olarak bu yapı kullanılmayı beklemektedir.

İşin aslında bir takım sünni ekollerin bu yapıyı önemsemesinin altında bir detay daha var ki, o da tasavvufi ekollerdeki "sofi" kavramının da aslında bu yapıya adını veren kavramdan geldiği etimolojik açıdan bağlantılıdır.


vesselam.

3 yorum:

  1. Merhaba,

    Tartışmayla ilgili kapsamlı bir site:

    http://www.ayasofyabarismuzesi.com/


    Ayasofya müze olarak kalmalı ancak hem Müslümanların hem de Hıristiyanların sembolik ibadetine izin verilmelidir

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba.

      Teşekkür ederim yorum için.

      Dediğiniz gibi de olabilir, yani iki tarafa ibadete açılabilir ama bence iki taraf da orayı ideolojik bulduğu için zamanla sıkıntı oluşturabilir.

      Sil
    2. Link için de ayrıca teşekkür ederim. Aşağı yukarı benzer yaklaşıma sahibiz

      Sil

Sen ne düşünüyorsun... Paylaşmak İster misin?