Korku ile ilgili bir hikaye anlatmak istiyorum...
Lisedeyken logolara ve stilize edilmiş yazı fontlarına çok ilgi duyardım, Kitaplığımın kapakları da hep bu türden stikerlarla kaplıydı. Tamamı orijinal ve çoğu küresel marka ya da meşhur mottolar... Bunlardan biri de No Fear markasının aynen şu stikeriydi:
Neyse, hikayeyi anlatayım...
2003 yılında çakı gibi bir asker olarak Siverek'in 107. Topçu Alayında kısa dönem olarak görev almıştım. Kendimi askerliğe çok motive etmiştim ve o sıra Irak'ta bir savaş durumu vardı, TSK da TBMM'den çıkacak karar dolayısıyla Kuzey Irak'a asker sevk etme ihtimali vardı. Buna da hazırdım...
Askerde mantık olmadığını duymuştum, oysa ki askerde bir mantık vardı, hem de önemli bir mantık; o da, görev alma ve dağıtmadaki disiplin...
Mantığı çözmüştüm, sürünme cezası alırken bile eğlenebiliyordum ama yüz küsür kişilik kısa dönem arasından bir çoğunun zoruna gidiyordu bu eğitimler. ben kasmiyordum...
Sonra yemin töreni oldu ve Alay içinde dağıtımlar başladı, şanslıydım, seçme hakkı verseydiler Ölçme Bölüğü derdim. Ordaydım.
WinRAR ile sıkıştırılmış bir askerlik süreci geçireceğimi bildiğim için gocunmuyordum. Hatta bir Onbaşı beni nasıl nöbete getirebilir diye de sorgulamiyordum, çünkü bir ya da iki aya kalmaz onu ben nöbete götüreceğimi biliyordum. Öyle de oldu...
Bir gün Nöbetçi Çavuş kolluğu bana verilince, nöbetçi listemde o Onbaşının ismi de vardı, tek tek nöbetçileri toplayıp nöbet yerlerine getirmem gerekirken, bu arkadaş sıkıntı yapiyordu, belli ki zoruna gidiyordu. Evet, benim kolluğumdaki o ilk nöbeti öncesinde bana çok sıkıntı çıkarmıştı.
O uzun dönem çavuşlardan bazılarının ahmakça davranışlarına değinmeyeceğim ama kısa dönemleri küçük düşürmek için elinden geldiklerini yaptıklarını hatırlatmam lazım. Bu bizim onbaşı da kolluğumdaki ikinci nöbetinde ortalıktan kaybolmuştu, gayesi kolluk görevimi aksatmak ve beni nöbet değişimi bekleyen erlere karşı küçük düşürüp hedef göstermekti. Bakın, Kenan Çavuş bir nöbet mangasını toplayamadı dedirtmekti. Tüm alayı didik didik ettim onu bulmak için ve en alakasız yerde onu uyuyor numarasıyla saklanır buldum. Kasti yaptığı şeyi kendisine sakince yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım, ben sakin oldukça o sinirleniyordu, öfkeleniyordu ve cahilce bir bahaneye sığınarak kendine haklılık payı çıkariyordu. Kısaca benim tarafımdan nöbete gitmek istemediğini ima etti, burda sesimi yükselttim ve bunun muhatabi ben değil, bölük komutanıdır dedim. Aniden bölük komutanının odasına koyulduk, o daha hızlıydı, meramını önce anlatan olunca haklı görüleceğini sandı belki... Odaya girdik, önce o sonra ben tekmil verir vermez konuşmaya başladı, komutan hemen müdahele etti; "Kenan bu odaya bu kadar sinirli girdiyse o haklıdır" deyip bana uymasını söyledi ve onu hiç dinlemedi. Onbaşı oldukça içerlemişti, mantık kuramiyordu...
İstemeyerek de olsa nöbet yerine götürdüm onu, hurdalık diye bilinen nöbet yeriydi orası. Gerçi bu sıra nöbet 10 dakika aksadığı için önceki nöbetçiler bayağı öfkeliydi, bu yüzden suçlunun onbaşı olduğunu herkese söyledim ve beni zor durumda bırakmak için kasıtlı olarak kaçtığını söyledim...
Ben nöbetçileri yerlerine bıraktıktan sonra devriye de atarak onlarla tek tek ilgilenirdim. Gündüz ya da gece, farketmez. Bu arkadaşa da uğrayayım dedim, gönlünü alayım belki hatasını farketmiştir dedim. Bu onbaşının bulunduğu nöbet yerine geldiğimde, onun miğferini takmadığını ve silahını yere bırakıp, oturduğunu gördüm. Onunla beraber nöbet tutan asker ise gayet nizamiydi. Onbaşıya biraz felsefe yaptım, anlatmaya çalıştım ama anlamak istemiyordu. Silahını almasını istedim, almadı, direttim; ben direttikçe o hiddetleniyordu...
Ve silahını alır almaz bana doğrulttu...
İşte bu anda o motto aklıma geldi WHEREVER THE FEAR MAY BE LOOK IT IN THE EYES, yani "Korku her nerede olursa, gözlerinin içine bak" diye tercüme ettiğim o söz aklıma geldi. Bende bir şok hasıl olsa da üzerimde bir titreme belirtisi olmadı oysa donmuştum gerçekten. Ona şöyle dedim "benden gerçekten nefret mi ediyorsun?" bana cevabını kurma kolunu çekerek verdi. Bir şok daha oluştu bende, yalvarmamı, geri adım atmamı istiyordu diye düşündüm, kısa dönemim ya!
Bu durum üzerinden hızlı bir değerlendirme yaptım;
Aradan bir kaç ay geçmişti, bu onbaşının tutanağı tutulmuştu, sebebi ise nöbet değişimi esnasında alt devresi işareti söyleyip kendisinden parolayı duymak istemişti. Gece nöbetinde önemli bir durumdu bu ve aksatılmaması gerekiyordu, onbaşı parolayı vermeyerek, o yeni asker erine hakaretler ederek nöbet yerini terk etmişti. Haliyle nöbetçi çavuşun tutanak tutması gerekiyordu. Bu olayı öğrendiğim zaman Bölük komutanına gittim ve ciddi bir ceza almaması için ricada bulundum. Komutan bana, o tutanağı öncelikle benim tutmamı söyledi ve bunu yapmayarak, yani tam zamanında müdahele etmeyerek daha vahim olaylara sebep olabileceğimi söyledi. Ben hayret ettim, benle onun arasındaki mevzuyu nasıl bilebiliyordu ki komutan diye düşündüm, derken, o gün nöbet yerindeki diğer asker aklıma geldi.
Ben komutana neden haklı olduğumu şöyle izah etmeye çalıştım; o çocuk askere gelirken normal bir erdi ve çavuş olma ihtimali de yoktu. Bunu bilen bir aşağılık Uzman Çavuş onu yetiştirdi, ve ona çavuş gibi davrandı, bunları yaparken onu postası olarak da kullandı. Normalde ilkokul mevzunu kişi komutan (yani subay) postası yapılamaz ama o çocuk, bırakın subay/ast-subay ayrımını, daha Uzman Çavuş ayrımını da bilmiyordu, tek bildiği nöbete getirdiği bir askerin nasıl kendisini nöbete getirdiği hakkındaki mantıksızlıktı. Tüm bu mantıksızlıkların kaynağı ise o şerefsiz Uzm. Çvş. personeli idi, zaten uzun dönem askerleri kışkırtan da oydu. Bu onbaşı gibi. İşte bunları komutanıma anlatmaya çalışarak neden ceza almaması gerektiğini söylerken, işin daha başta yanlış olduğunu söylemeye getirdim. Komutan sustu ve bir takım şeylerin nasıl geldiyse öyle gitmesi gerektiğini söyledi...
Neyse, bu onbaşının tutanağı henüz işleme konmuştu ki askerlik 18 aydan 15 aya düşmüştü ve o tutanak karara bağlanmadığı için kalan 2 aylık askerliği düştü ve tezkereci olmuştu. Çok iyi hatırliyorum, alayın bir ucundan koşarak yanıma gelmişti ve helallik istemişti bu Bolu delikanlısı (:
Lisedeyken logolara ve stilize edilmiş yazı fontlarına çok ilgi duyardım, Kitaplığımın kapakları da hep bu türden stikerlarla kaplıydı. Tamamı orijinal ve çoğu küresel marka ya da meşhur mottolar... Bunlardan biri de No Fear markasının aynen şu stikeriydi:
Neyse, hikayeyi anlatayım...
2003 yılında çakı gibi bir asker olarak Siverek'in 107. Topçu Alayında kısa dönem olarak görev almıştım. Kendimi askerliğe çok motive etmiştim ve o sıra Irak'ta bir savaş durumu vardı, TSK da TBMM'den çıkacak karar dolayısıyla Kuzey Irak'a asker sevk etme ihtimali vardı. Buna da hazırdım...
Askerde mantık olmadığını duymuştum, oysa ki askerde bir mantık vardı, hem de önemli bir mantık; o da, görev alma ve dağıtmadaki disiplin...
Mantığı çözmüştüm, sürünme cezası alırken bile eğlenebiliyordum ama yüz küsür kişilik kısa dönem arasından bir çoğunun zoruna gidiyordu bu eğitimler. ben kasmiyordum...
Sonra yemin töreni oldu ve Alay içinde dağıtımlar başladı, şanslıydım, seçme hakkı verseydiler Ölçme Bölüğü derdim. Ordaydım.
WinRAR ile sıkıştırılmış bir askerlik süreci geçireceğimi bildiğim için gocunmuyordum. Hatta bir Onbaşı beni nasıl nöbete getirebilir diye de sorgulamiyordum, çünkü bir ya da iki aya kalmaz onu ben nöbete götüreceğimi biliyordum. Öyle de oldu...
Bir gün Nöbetçi Çavuş kolluğu bana verilince, nöbetçi listemde o Onbaşının ismi de vardı, tek tek nöbetçileri toplayıp nöbet yerlerine getirmem gerekirken, bu arkadaş sıkıntı yapiyordu, belli ki zoruna gidiyordu. Evet, benim kolluğumdaki o ilk nöbeti öncesinde bana çok sıkıntı çıkarmıştı.
O uzun dönem çavuşlardan bazılarının ahmakça davranışlarına değinmeyeceğim ama kısa dönemleri küçük düşürmek için elinden geldiklerini yaptıklarını hatırlatmam lazım. Bu bizim onbaşı da kolluğumdaki ikinci nöbetinde ortalıktan kaybolmuştu, gayesi kolluk görevimi aksatmak ve beni nöbet değişimi bekleyen erlere karşı küçük düşürüp hedef göstermekti. Bakın, Kenan Çavuş bir nöbet mangasını toplayamadı dedirtmekti. Tüm alayı didik didik ettim onu bulmak için ve en alakasız yerde onu uyuyor numarasıyla saklanır buldum. Kasti yaptığı şeyi kendisine sakince yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım, ben sakin oldukça o sinirleniyordu, öfkeleniyordu ve cahilce bir bahaneye sığınarak kendine haklılık payı çıkariyordu. Kısaca benim tarafımdan nöbete gitmek istemediğini ima etti, burda sesimi yükselttim ve bunun muhatabi ben değil, bölük komutanıdır dedim. Aniden bölük komutanının odasına koyulduk, o daha hızlıydı, meramını önce anlatan olunca haklı görüleceğini sandı belki... Odaya girdik, önce o sonra ben tekmil verir vermez konuşmaya başladı, komutan hemen müdahele etti; "Kenan bu odaya bu kadar sinirli girdiyse o haklıdır" deyip bana uymasını söyledi ve onu hiç dinlemedi. Onbaşı oldukça içerlemişti, mantık kuramiyordu...
İstemeyerek de olsa nöbet yerine götürdüm onu, hurdalık diye bilinen nöbet yeriydi orası. Gerçi bu sıra nöbet 10 dakika aksadığı için önceki nöbetçiler bayağı öfkeliydi, bu yüzden suçlunun onbaşı olduğunu herkese söyledim ve beni zor durumda bırakmak için kasıtlı olarak kaçtığını söyledim...
Ben nöbetçileri yerlerine bıraktıktan sonra devriye de atarak onlarla tek tek ilgilenirdim. Gündüz ya da gece, farketmez. Bu arkadaşa da uğrayayım dedim, gönlünü alayım belki hatasını farketmiştir dedim. Bu onbaşının bulunduğu nöbet yerine geldiğimde, onun miğferini takmadığını ve silahını yere bırakıp, oturduğunu gördüm. Onunla beraber nöbet tutan asker ise gayet nizamiydi. Onbaşıya biraz felsefe yaptım, anlatmaya çalıştım ama anlamak istemiyordu. Silahını almasını istedim, almadı, direttim; ben direttikçe o hiddetleniyordu...
Ve silahını alır almaz bana doğrulttu...
İşte bu anda o motto aklıma geldi WHEREVER THE FEAR MAY BE LOOK IT IN THE EYES, yani "Korku her nerede olursa, gözlerinin içine bak" diye tercüme ettiğim o söz aklıma geldi. Bende bir şok hasıl olsa da üzerimde bir titreme belirtisi olmadı oysa donmuştum gerçekten. Ona şöyle dedim "benden gerçekten nefret mi ediyorsun?" bana cevabını kurma kolunu çekerek verdi. Bir şok daha oluştu bende, yalvarmamı, geri adım atmamı istiyordu diye düşündüm, kısa dönemim ya!
Bu durum üzerinden hızlı bir değerlendirme yaptım;
- Kurma kolunu çekerken G3 piyade tüfeği ateşleme yapabilirdi. -ama yapmadı.
- Tetiğe asılırsa G3 piyade tüfeği tutukluk yapabilir!
- Allah'ın takdiri neyse o olur.
Aradan bir kaç ay geçmişti, bu onbaşının tutanağı tutulmuştu, sebebi ise nöbet değişimi esnasında alt devresi işareti söyleyip kendisinden parolayı duymak istemişti. Gece nöbetinde önemli bir durumdu bu ve aksatılmaması gerekiyordu, onbaşı parolayı vermeyerek, o yeni asker erine hakaretler ederek nöbet yerini terk etmişti. Haliyle nöbetçi çavuşun tutanak tutması gerekiyordu. Bu olayı öğrendiğim zaman Bölük komutanına gittim ve ciddi bir ceza almaması için ricada bulundum. Komutan bana, o tutanağı öncelikle benim tutmamı söyledi ve bunu yapmayarak, yani tam zamanında müdahele etmeyerek daha vahim olaylara sebep olabileceğimi söyledi. Ben hayret ettim, benle onun arasındaki mevzuyu nasıl bilebiliyordu ki komutan diye düşündüm, derken, o gün nöbet yerindeki diğer asker aklıma geldi.
Ben komutana neden haklı olduğumu şöyle izah etmeye çalıştım; o çocuk askere gelirken normal bir erdi ve çavuş olma ihtimali de yoktu. Bunu bilen bir aşağılık Uzman Çavuş onu yetiştirdi, ve ona çavuş gibi davrandı, bunları yaparken onu postası olarak da kullandı. Normalde ilkokul mevzunu kişi komutan (yani subay) postası yapılamaz ama o çocuk, bırakın subay/ast-subay ayrımını, daha Uzman Çavuş ayrımını da bilmiyordu, tek bildiği nöbete getirdiği bir askerin nasıl kendisini nöbete getirdiği hakkındaki mantıksızlıktı. Tüm bu mantıksızlıkların kaynağı ise o şerefsiz Uzm. Çvş. personeli idi, zaten uzun dönem askerleri kışkırtan da oydu. Bu onbaşı gibi. İşte bunları komutanıma anlatmaya çalışarak neden ceza almaması gerektiğini söylerken, işin daha başta yanlış olduğunu söylemeye getirdim. Komutan sustu ve bir takım şeylerin nasıl geldiyse öyle gitmesi gerektiğini söyledi...
Neyse, bu onbaşının tutanağı henüz işleme konmuştu ki askerlik 18 aydan 15 aya düşmüştü ve o tutanak karara bağlanmadığı için kalan 2 aylık askerliği düştü ve tezkereci olmuştu. Çok iyi hatırliyorum, alayın bir ucundan koşarak yanıma gelmişti ve helallik istemişti bu Bolu delikanlısı (:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne düşünüyorsun... Paylaşmak İster misin?